Hukuk davaları iki taraf sistemi üzerine kurulmuştur. Dava açarak mahkemeden bir hukuki korunma talep eden kişi davacıdır. Birden fazla kişinin aynı davada davacı olması mümkündür.
Kendisine karşı dava açılarak hukuki korunma talep edilen kişi ise davalıdır. Davalı ile davacı mutlaka farklı kişiler olmak zorundadır. Birden fazla kişiye karşı aynı davanın yöneltilmesi mümkündür. Yani aynı davada birden fazla davalı olabilir.
Her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlara yardım etmek amaçlarıyla hukuki bilgi ve tecrübelerini, adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis ederek kamu hizmeti gören serbest meslek mensubu kişidir. Ülkemizde bir dava açabilmek veya açılmış olan bir davayı takip edebilmek için avukat tutma zorunluluğu yoktur.
Çözümlenmek üzere önüne getirilmiş bulunan hukuk uyuşmazlığını, tarafların iddia ve savunmaları ile sundukları deliller ışığında yargılayıp karar veren karar makamıdır.
Mahkemeler, uyuşmazlık konusu somut bir olayda, hukuka uygun olarak yargılama yaptıktan sonra haklı olan kişi lehine karar veren yargı organlarıdır. Hukuk davalarında görevli mahkemeler asliye hukuk mahkemeleri, sulh hukuk mahkemeleri, asliye ticaret mahkemeleri, iş mahkemeleri, icra hukuk mahkemeleri, aile mahkemeleri, kadastro mahkemeleri, tüketici mahkemeleri ve fikri sınai haklar hukuk mahkemeleridir.
Hakimin hukuki bilgisi dışında kalan ve çözümü özel ve teknik bilgiyi gerektiren hallerde oy ve görüşü alınan kişiye bilirkişi denir.
Trafik kazası sonucunda yaralanma gerçekleşmişse yaralanan kişi bizzat dava açarak maddi ve manevi tazminat talep edebilir. Ağır bedensel yaralanma halinde ise yaralananın yakınlarının manevi tazminat davası açma hakları bulunmaktadır.
Bu hallerde davalı aracın sürücüsü, aracın sahibi, aracın işleteni ve sigorta şirketi olabilir.
Ölümlü trafik kazalarında ise dava ölenden destek gören herkes tarafından açılabilir. Bu hallerde davalı aracın sürücüsü, aracın sahibi, aracın işleteni ve sigorta şirketi olabilir.
Araç sahibi, araç için adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi düzenlenmiş kişidir. Araç işleten ise araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Motorlu bir aracı kendi menfaat veya hesabına işleten, tehlike ve masrafları üstlenen, araç ile aracın işletilmesi için gerekli personel üzerinde fiilen ve doğrudan doğruya emir ve tasarruf yetkisine sahip olan kimse işleten sıfatını kazanır. Bu açıdan araç işleten, araç sahibinden daha geniş bir kavramdır.
Uzun dönem kiralanmış olması halinde aracı kiralayan da araç işleten sıfatını kazanmaktadır. Bu halde dava aracı kiralayan kişiye yöneltilmelidir.
Doğrudan veya dolaylı olarak kazaya sebebiyet verenler ile sigorta şirketleri dışında olayın özelliğine göre Türkiye Motorlu Taşıt Bürosu (“TMTB”) ile Güvence Hesabı davaya dâhil edilebilecek kurumlar arasındadır.
Hukuk Muhakameleri Kanunu’na göre genel yetkili mahkeme davalının dava tarihindeki yerleşim yeri (ikamet) mahkemesidir. Bunun yanında haksız fiil niteliği bulunan trafik kazalarından doğan davalarda trafik kazasının gerçekleştiği yer mahkemesi, zararın meydana geldiği mahkemesi veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkili kabul edilmiştir.
Birden fazla davalının bulunması halinde dava davalılardan herhangi birinin yerleşim yerinde açılabilir.
Trafik kazalarından doğan tazminat davalarında görevli mahkeme genel görevli olan asliye hukuk mahkemeleridir.
Trafik kazası sonucunda açılan tazminat davasında sigorta şirketinin de davalılar arasında gösterilmesi halinde dava, TTK uyarınca ticari dava niteliğini kazanacağından bu halde asliye ticaret mahkemelerinde açılmak zorundadır.
Adli yardım adil yargılanma ilkesinin bir yansıması olarak mali gücü yetersiz olan kimselerin dava açma ve haklarında açılan bir davada temsil edilme hakkından yoksun kalmamaları için getirilmiş bir imkândır. Mali olanakları yetersiz kişilerin dava harç ve masraflarından muaf tutulmaları ve kendileri için baro tarafından ücretsiz avukat görevlendirilmesidir.
Yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki koruma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.
Adli yardım sistemi sadece özel hukuk uyuşmazlıkları ve idari davalar için size yardımcı olacaktır. Ceza davalarında adli yardım sistemi farklı yapılandırılmıştır. Adli yargıda (hukuk mahkemelerinde) ve idari yargıda dava açarken veya aleyhinize dava açılmışsa adli yardım talep edebilirsiniz.
Adli yardım için dava açmadan önce yargılamanın yapılacağı mahkemeye, dava açıldıktan sonra ise yargılamayı yapan mahkemeye, icra ve iflas takiplerinde takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesine; kanun yollarında ise kanun yollarına başvuru sırasında bölge adliye mahkemesine veya Yargıtay’a başvurulması gerekmektedir. Mahkeme adli yardımın koşullarının oluşup oluşmadığını değerlendirerek talebin kısmen veya tamamen kabulüne ya da reddine ilişkin karar vermektedir. Talep halinde inceleme duruşmalı yapılır. Adli yardım hükmün kesinleşmesine kadar devam edecektir.
Mahkemelerce adli yardım talebi konusunda verilen karara karşı tebliğden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen kararlar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir.
Adli yardım talebinizin mahkemece kabul edilmesi halinde harç ve gider avanslarını da adli yardım kararı devam ettiği müddetçe tamamen veya kısmen ödemeyebilirsiniz.
Maddi açıdan avukat tutamayacak durumdaysanız adli yardım yoluyla temin edilecek bir avukat tarafından davanızın takip edilmesi için baro başkanlıklarına ya da baro adli yardım bürolarına başvurabilirsiniz.
Avukatların meslek örgütlerine Baro denir. Otuzdan fazla avukatın bulunduğu her il merkezinde bir Baro Başkanlığı bulunur. Yeterli sayıda avukat olan ilçelerde de Baro temsilciliği vardır.
Baroyu bulmanın en kolay yolu adliye binasına gitmektir. Ayrıca www.barobirlik.org.tr adresinde bulunan Türkiye Barolar Birliği’nin internet sitesinden tüm baroların iletişim bilgilerine ulaşabilirsiniz.
Başvuru için gerekli evrak şu şekildedir:
Kendisine barodan avukat atanmasını isteyen kişi başvuru için gerekli olan belgeler ile birlikte barolarda bulunan adli yardım bürolarına (“büro”) başvuru yapmalıdır. Başvuranın beyanları doğrultusunda bürolar tarafından hazırlanan adli yardım başvuru formu, baro merkez bürosu ve temsilciliklerinde bulunan nöbetçi avukatlarca doldurulur. İlgili belgelerin alınması ve formun doldurulması akabinde kişinin başvurusu alınmış olur. Bu başvuruların tümü daha sonra merkez büroda toplanarak adli yardım büro sorumlusu avukatlar tarafından incelenir ve uygun görüldüğü takdirde avukat görevlendirmeleri baro tarafından yapılır.
Adli yardım avukatı ücretsiz çalışmamaktadır. Asgari ücret tarifesine göre belirlenen ücret Baro tarafından sizin adınıza avukata ödenir. Adli yardım servislerinde çalışan avukatlar bu durumu kabul ederek gönüllü olmuşlardır. Dolayısıyla böyle bir endişeye mahal yoktur. Ayrıca Baro Adli Yardım Kurulları, görevlendirdikleri avukatı takip etmektedirler.
Kişi avukatlık giderleri ile birlikte dava giderlerini de karşılayamayabilir. Bu halde adli müzaheret kurumu gündeme gelir. Adli müzaheret devletin belirli koşullarda adli işlerle ilgili kişilerden para almaması ve bu konuda kişilere destek sağlamasıdır. Kendisi ile ailesini, geçimleri bakımından önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama ve takip giderlerini kısmen veya tamamen ödemesi mümkün olmayan kişiler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki koruma taleplerinde ve icra takibinde, haklı oldukları yolunda kanaat uyandırmak koşulu ile adli müzaheretten yararlanabilirler.
Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar, dava veya takip sonucunda haksız çıkan taraftan tahsil olunur. Dolayısıyla dava ya da takip neticesinde haksız çıkması halinde bu giderleri adli yardımdan faydalanan kimsenin ödemesine karar verilir. Ancak uygun görülürse haksız çıkmanız halinde ödenecek yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde olmak şartıyla aylık eşit taksitler halinde ödenmesine karar verilebilir. Adli yardım kararından dolayı Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme hükmünde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmanıza da karar verebilir.
Trafik kazalarından doğan davalarda tazminat davalarında asliye hukuk mahkemeleri görevli kılınmış ise de davaya sigorta şirketi de dahil edilecekse davanın asliye ticaret mahkemesinde açılması gerekir.
Trafik kazalarının neden olduğu zararlara bağlı alacak davalarında alacağa işletilecek faiz olay tarihi itibariyle istenebilmesine rağmen sigorta şirketleri bakımından faiz sigorta şirketinin temerrüde düşürüldüğü tarih itibariyle işletilecektir. Bu nedenle meydana gelen olay nedeniyle sigorta şirketine derhal ihbarda bulunması gerekmektedir.
Trafik kazasına bağlı tazminat davalarında davalılar arasında sigorta şirketinin bulunması halinde sigorta şirketine dava açabilmek için sigorta komisyonuna başvurulması bir dava şartıdır. Gerek sigorta şirketinin faizden sorumlu tutabilmek gerekse dava açabilmek için maddi hakların talebi için sigorta şirketine mutlaka başvuru zorunludur.
Harç, dava açılırken açılacak davanın değerine göre kanun ile belirlenen oranlarda alınan bedeldir.
Maktu harç; Harçlar Kanunu’nun 1 'inci fıkrası (Nispi Harç) dışında kalan davalarda, talepte bulunandan peşin olarak alınan ve kanunda sabit olarak belirtilen bedeldir.
Nispi harç; Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden kanunda belirlenen oranlarda talepte bulunandan peşin olarak alınan bedeldir.
Gider avansı; keşif, bilirkişi, tanık, tebligat, müzekkere vb. giderler için davanın açılması esnasında peşin olarak yatırılan bedeldir.
Trafik kazaları nedeniyle oluşan zararların tazmini bakımından tazminat davası açarken başta az harç ödemek için dava değerini çok düşük değerlerde gösterme yoluna gidilmemelidir; çünkü faize ilişkin talepler miktarların talep edildikleri tarihlerden itibaren dikkate alınacaktır. Hak kaybının olmaması için dava gerçek değerine en yakın değer üzerinden açılmalıdır.
Davanızda kendinizi vekil ile temsil ediyorsanız vekiliniz için davalı taraf aleyhine avukatlık ücretine karar verilecektir. Konusu para ile ölçülebilen davalarda avukatlık ücreti takdir edilirken hüküm altına alınan miktar üzerinden karar tarihinde yürürlükte avukatlık asgari ücret tarifesindeki düzenlenen değer ve oranlar üzerinden belirlenir.
Bunun gibi dava konusu talebin red edilen kısmı için karşı taraf için vekalet ücretine hükmedilir. Bu ücretin belirlenmesinde yine karar tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesindeki belirlediği değer ve oranlar dikkate alınır.
Bu durumda özellikle manevi tazminat davaları bakımından talep değeri belirlenirken haksız çıkılan kısımlar için ödenecek karşı avukatlık ücreti dikkate alınarak hareket edilmelidir.
Sigorta şirketleri, motorlu araçların neden olduğu kazalarda, zarar görenlerin tedavi giderlerini, ölüm ve bedensel zararlarını ve araç hasarlarına ilişkin tazminat tutarlarını yasada öngörülen limitlere kadar ödemekle yükümlüdürler.
Diğer yandan, Karayolları Trafik Kanunu’nunun gerek md. 95, gerekse de m. 111/1 hükümleri çerçevesinde; şirketlerin bu hukuki sorumluluğunu kaldıran veya sınırlandıran anlaşma hükümleri de geçersiz olup; zarar görenlere karşı ileri sürülememektedir. Bu nedenle sigorta şirketleri yasalara uygun poliçe düzenlemekle yükümlüdür.
Zarar gören kişilere sigortacının ödeyeceği tazminatın tutarı (poliçe limitleri), KTK. m. 93/1’e göre Hazine Müsteşarlığı’nın bağlı bulunduğu Başbakanlıkça saptanır ve Resmi Gazete’de yayınlanır. Başbakanlık bu hususta yeni bir karar alıncaya kadar, sigortacı, poliçelerde yazılı limitle sınırlı olarak ödeme yapar.
Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekmektedir. Sigorta kuruluşu, başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaz veya verilen cevabın talebi karşılamadığı anlaşılır ise, zarar gören dava açabilir veya 5684 sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir.
Türkiye Motorlu Taşıt Bürosu, Yeşil Kart sistemi dahilindeki ülkelerin mali sorumluluk sigortası kapsamında; motorlu araçların işletilmesi nedeniyle tabi olunan mali sorumluluğu karşılamak üzere; yurt dışında geçerli sigorta belgeleri düzenlemek ve bu kapsamda sebep olunan hasarları karşılamak, ülkemizde geçerli bulunan sigorta sözleşmeleri kapsamında Yeşil Kart sigortası bulunan yabancı plakalı araçların sebep olduğu hasarların çözümlenip giderimini sağlamak amacıyla kurulmuş olan bir kuruluştur.
Yeşil kart sistemi ise, ülkeler arasında seyahat eden motorlu taşıt kullanıcılarına yardımcı olmak ve ilgili motorlu taşıt kullanıcılarının seyahat ettikleri ülkelerde neden oldukları kazaların sonucunda zarar görenlerin korunmasını sağlamayı amaçlayan uluslararası bir sistemdir.
Yurtiçinde yabancı aracın karıştığı bir trafik kazası veya yurtdışında Türk aracının karıştığı bir trafik kazası halinde bu büroya başvuru yapılmalıdır.
Güvence Hesabı, Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri bünyesinde kurulmuş özel bir hesap olup; bu hesap, belirli zorunlu sigortaların teminatlarına ilişkin olarak, sigortalının belirlenemediği, rizikonun meydana geldiği tarihte geçerli bir sigortanın bulunmadığı veya çalınmış veya gasp edilmiş araçların katıldığı kazalarda, zarar gören kişilerin, sigorta güvencesinden yoksun kalmaması ve bedeni zararların giderilmesi amacıyla kurulmuştur.
Bu kapsamda Güvence Hesabına;
Diğer yandan, Güvence Hesabı kapsamındaki zorunlu sigortaları yapan sigorta şirketlerinin; ruhsatlarının iptal edilmesi, iflas etmesi gibi durumlarda da; zorunlu sigortalarını bu şirketlerden alan sigortalıların, teminatları kapsamındaki zararları Güvence Hesabı tarafından giderilmektedir.
Ancak hak sahibinin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yıl ve her halükarda 10 yıl içinde bizzat yazılı olarak veya iadeli taahhütlü mektupla Güvence Hesabı’na başvurması gerekmektedir.
Sigorta Tahkim Komisyonu, Sigortacılık Kanunu kapsamında sigortalı, sigortadan menfaat sağlayan kişiler ve sigorta ettirerek riski üstlenen taraflar arasındaki uyuşmazlıkların çözümü için kurulan bir organizasyondur.
Komisyon’a üye bir sigorta kuruluşu ile sigortalı arasında sigorta sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların olması halinde başvurulur. Aynı zamanda Güvence Hesabı’na başvuru yapılabilecek hallerde de Komisyon’a başvurulabilir. Ancak Komisyon’a başvuruda bulunmadan önce mutlaka talebinize ilişkin olarak ilgili sigorta kuruluşuna yazılı olarak başvurmanız gerekmektedir. İlgili kuruluş talebinize olumsuz cevap vermişse veya 15 iş günü içerisinde cevap vermemişse; Komisyon’un internet sitesinden veya Komisyondan temin edebileceğiniz başvuru formunu, eksiksiz olarak doldurup imzaladıktan ve başvuru bedelini yatırdıktan sonra; delillerle birlikte şahsen ya da posta ile Komisyona başvuru yapmanız mümkündür. Sigortacılıkta Tahkime İlişkin Yönetmelik uyarınca Kurul’a başvuruların başvuru formunun ıslak imzalı olması da zorunludur. Başvuru formu bilgisayar üzerinde doldurulduğu takdirde çıktısı alınıp imzalandıktan sonra Kurul’a iletilmelidir.
Resmi bir vekâleti belgelemek suretiyle baroya kayıtlı bir avukat da sizin adınıza Komisyona başvuruda bulunabilir.
Başvuran Komisyon’dan sigorta sözleşmesi ile teminat altına alınmış tutarla sınırlı olmak üzere; uğradığınız ve sigorta sözleşmesinin kapsamına giren zararlarınızın, sigorta eden kuruluştan alınarak size verilmesini ve zararın tazmin edilmesini talep edebilirsiniz.
Tahkim komisyonunun kararlarına karşı herhangi bir başvuru yapma imkanı olup olmadığı noktasında ise belirtmek gerekir ki;
Sigortacılık yapan kuruluş ile sigorta ettirenler arasında tutarı 5.000 TL'ye kadar olan uyuşmazlıklarda, sigorta hakemleri tarafından verilen kararlar kesindir. Ancak, 5.000 TL ve üzerindeki uyuşmazlıklar hakkındaki sigorta hakemi kararlarına karşı kararın bildiriminden itibaren 10 gün içinde Komisyon nezdinde bir defaya mahsus olarak itiraz edilebilir. 40.000 TL’nin üzerindeki uyuşmazlıklar hakkında itiraz üzerine verilen kararlar taraflarca temyiz edilebilir.
Trafik kazası sonucunda malvarlığı (araç) zarar görmüş ise bu halde aracın tamir edilmesi için yapılması gereken masraflar, tamir süresince aracın kullanılamamasından doğan zararlar ile mahrum kalınan gelirler ile aracın hasarlı duruma gelmesi nedeniyle uğradığı değer kaybının tazmini talep edilebilir.
Tedavi giderleri, zarar görenin sağlığına kavuşması için yaptığı tüm giderleri kapsar. Hastanın sağlık kurumuna taşınması için yapılan taşıma giderleri, sağlık kurumuna yapılan ödemeler, ilaç giderleri, sakat kalan hastanın hayatını devam ettirebilmesi için gerekli araçların giderleri, bakıcı giderleri, bakım giderleri vs. bu kapsamdadır.
Haksız fiil (trafik kazası) gerçekleşmeseydi kişinin elde etmesi muhtemel kayıplar kazanç kaybı olarak kabul edilerek tazmin edilir. Örneğin; trafik kazası sonrası tedavi süresince çalışmayan ve gelir elde edemeyen işçinin bu kaybı kazanç kaybı olarak görülebilir.
Trafik kazası sonucunda yaralanan bütün müdahalelere rağmen sakat kalması sonucunda çalışma gücünü kısmen veya tamamen yitirmiş olması halinde, bu kayıp oranında tazminat talep edebilir.
Trafik kazası geçiren kişinin, kalıcı sakatlık durum olmayıp, bir süre tedavi görmesi, iyileşinceye kadar çalışamaması ve bu yüzden iş ve kazanç kaybına uğramış bulunması halinde geçici iş göremezlik söz konusudur.
Sürekli iş göremezlik beden gücünün bütünüyle yitirilmesi durumudur. Bu durumdaki kişi artık çalışamayacak ve kazanç elde edemeyecektir. Ayrıca organ eksilmesi veya organ zayıflaması sonucu beden gücünün belli bir oranda azalması halinde kısmi olarak oluşan iş göremezlik halinde de kişi çalışmasını sürdürebilir olması önem arz etmemekte, yaşıtlarına ve aynı işi yapanlara göre daha fazla güç ve çaba harcayacağından, kazançlarında bir azalma olmasa bile tazminat isteme hakkı bulunmaktadır.
Trafik kazalarında zarar görenin sağlığına kavuşması için gerekli olan muayene, tahlil, teşhis, tedavi, ulaşım vb. taşıma giderleri ile ameliyat, hastane gibi tüm giderleri doğrudan tedavi giderleri kapsamındadır.
Sakatlık veya hastalığın artmasını önlemek için yapılması zorunlu olan giderler ile ileride yapılması zorunlu olacak giderler (uzun süre kullanılacak ilaç, estetik ameliyat gibi) dolaylı tedavi gideri sayılır.
Kaza sonucunda yaralanan kişide ortaya çıkan çalışma gücü kaybına dayanan tazmin yaralananın kişisel nitelikleri ve mesleki özellikleri dikkate alındığında zararı karşılamamakta ise bu durumda göz önünde bulundurulur.
Trafik kazası sonucunda ölümün gerçekleşmesi halinde ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları zararların tazmini talep edilebilir. Destekten yoksun kalanlar, ölüm anında ölenden fiilen destek gören kişiler veya ölenden ileride destek alması muhtemel kişilerdir. Örneğin; babası ölen çocuk, kocası ölen kadın, çocuğu ölen baba destekten yoksun kalan veya kalabilecek kişilerdir. Bunlar dışında aradaki destekli ilişkinin ispatlanması halinde herkes tazminat alacaklısı olabilir.
Destekten yoksun kalma tazminatı ölüm olayı gerçekleşmeseydi ölenin muhtemel yaşama süresi muhtemel çalışma ve destek olma süresi, destekten yoksun kalanların muhtemel yaşama süresi, destek alabilme süreleri, gelir durumları gibi unsurlara bağlıdır.
Destekten yoksun kalma tazminatında belirtilen “destek” yalnızca maddi destek olarak anlaşılmamalıdır. Eylemli ve düzenli olarak yapılan hizmet yardımları da bu tazminat kapsamında destek olarak kabul edilmiştir.
Trafik kazaları özelinde inceleyecek olursak başkasının kusuruyla hayatını kaybedenlerin yakınlarının herhalde bu tazminatı talep edebiliyor olması gerekir. Destekten yoksun kalma tazminatının amacı, desteğini yitiren kimsenin, ölümle sonuçlanan olaydan önceki sosyal ve ekonomik yaşam düzeyinin devamını sağlayacak şekilde bir paranın ödettirilmesidir.
Üçüncü kişilere, desteğin gelir ve yardımından yoksun kalmaları nedeniyle tanınmış, bağımsız bir hak olup, mirasçılık sıfatı ve miras hukuku ile ilgisi yoktur. Dolayısıyla, ölenin anne-babası, eşi, kardeşleri, nişanlısı ve şartları mevcutsa evlilik dışı birlikte yaşadığı kimsenin dahi destekten kalma tazminatı isteyebileceğini söylemek mümkündür.
Destekten yoksun kalma tazminatında amaç malvarlığındaki eksilmeyi giderme olduğuna göre ölüm nedeniyle desteğini yitiren elde ettiği çıkarlar varsa, bunların zarar tutarından indirilmesi gerekir. Örnek olarak, destek süresi, destek payları, dul eşin evlenme şansı, çocukların bakım ve yetişme giderleri, sosyal güvenlik kurumları tarafından bağlanan gelirlerin peşin değeri verilebilir. Ancak tazminattan indirilecek kalemler bunlarla sınırlı değildir.
Ölenin ölünceye kadarki tedavi giderleriyle çalışma gücünün kısmen veya tamamen yitirilmesinden doğan zararlar –ölüm tarihine kadar sınırlı olmak üzere- talep edilebilir.
Cenaze giderleri geleneklere göre tayin edilmekle birlikte bu giderlerin kapsamına cenazenin nakliye giderleri, ilan giderleri, gelenekler gereği verilen yemek giderleri, defin giderleri, mezarlık harcalamaları girmektedir.
Manevi zarar, haksız fiil sonucunda kişinin manevi dünyasında meydana gelen zararı ifade eder. Trafik kazası sonucunda yaralananın veya yakınlarının, ölenin yakınlarının duydukları acı, elem, ızdırap nedeniyle bu kişilerin manen gördükleri zararın tazmini talep edilebilir.
Maddi tazminat talepleri belirsiz alacak davası olarak istenebilir.
Manevi tazminat talepleri ise kısmı ve belirsiz alacak olarak istenemez.
Dava dilekçesinde davanın açılacağı mahkeme, davacı adı soyadı ve kimlik numarası veya tüzel kişinin ünvanı ile vergi numarası, davacının adresi, davacı kendini vekille temsil ettiriyorsa vekilin adı soyadı ve adresi, davalıların adı soyadı, tebligat adresleri, davalı tüzel kişilerin ünvanları ile tebligat adresleri, davanın konusu ve malvarlığına ilişkin davalarda dava konusunun değeri, davacının iddiasının kaynağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri, davada ileri sürülen vakıaların hangi delillerle ispat edileceği, dayanılan hukuki sebepler, açık bir şekilde talep sonucu, dilekçenin en sonunda davacının veya vekilin imzası yer almalıdır.
Dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarının veya örneklerinin taraf sayısından bir fazla olarak mahkemeye sunulması gerekmektedir. Dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunmayan deliller için ise bunların toplanabilmesi için gerekli açıklamanın dilekçede yer alması gerekmektedir.
Dilekçede gösterilen ancak dilekçeler aşamasında sunulmayan deliller için öninceleme duruşmasında taraflara iki haftalık kesin süre verilerek bu delillerin sunulması istenir. Bu süre içerisinde delilin sunulmaması halinde bu delile dayanmaktan vazgeçilmiş sayılacağı tarafa ihtar edilir.
Talep tutarının dava başında davacı tarafından tespit edilmesi mümkün değilse tespit edilen miktar üzerinden belirsiz alacak davası açılması mümkündür. Bu davada, yargılama esnasında talep sonucunu belirlemek mümkün olduğu anda davacı tarafından talep tutarı nihai olarak mahkemeye bildirilerek bu tutarın talep edilmesi mümkündür.
Yine davanın kısmi dava şeklinde açılarak yargılamada alınan bilirkişi raporları göz önüne alınarak talebin davanın değerinin arttırılması mümkündür.
Davalar, dava dilekçesinin yetkili ve görevli mahkemeye veya bu mahkemeye başvurmak mümkün değilse, bu mahkemeye gönderilmek üzere herhangi bir adliyenin tevzi bürosuna teslim edilmesiyle veya vekille temsil söz konusu ise UYAP ortamında açılabilmektedir. Tevzi bürosunda görevli personel tarafından düzenlenecek olan tevzi formu ile adliyede yer alan maliye ve mahkemeler veznelerine, gerekli harç ve gider avansları yatırılır. Ardından veznelerden alınan dekontların birer örneği, tevzi formu ve dava dosyası, yeniden tevzi bürosuna verilir ve dava açılmış olur. Bundan sonra davacıya, davanın hangi mahkemeye tevzi edildiğini ve esas numarasını gösteren bir alındı belgesi verilir.
Dava harçları, bir para alacağına dair olan tazminat davalarında dava değeri üzerinden nisbi olarak hesaplanmaktadır. Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir. Ancak peşin harcın oranı; ölüm ve yaralanmalı trafik kazalarından doğan zarar sebebiyle açılan maddi ve manevi tazminat davalarında yirmide bir olarak uygulanır.
Gider avansı ise, davanın başında dilekçe ve eklerinin tebliği için muhtemel tebligat ücretleri ile yapılması gereken muhtemel zorunlu masraflar için alınan ve peşinen yatırılması gereken ücrettir.
Dava açıldıktan sonra dava dosyası mahkemeye ulaştırılır ve hakim tarafından dava dilekçesinin içeriğinde bir eksik olmadığı anlaşılırsa, tensip zaptı düzenlenerek davacıya gönderilir. Aynı zamanda dava dilekçesi ile tensip zaptı da davalıya tebliğe çıkarılır. Dava dilekçesi, davalı tarafa tebliğ edildikten sonra davalı, iki hafta içerisinde cevap verebilir. Bu süre içerisinde davalı tarafından cevap verilmesi halinde, bu defa cevap dilekçesi, davacıya tebliğ edilir. Davacı, davalının cevap dilekçesine karşı cevaplarını; davalı da davacının ikinci (yani cevaba cevap) dilekçesine yönelik cevaplarını, bu dilekçelerin kendilerine tebliğinden itibaren yine iki hafta içerisinde sunmak zorundadır.
Dilekçelerin aşamasının tamamlanmasının ardından mahkeme öncelikle dava şartları ile tarafların ilk itirazları hakkında bir inceleme yapar. Yapılan inceleme, bir tutanağa bağlanır ve bu tutanak, ön inceleme duruşması için belirlenen tarihle birlikte taraflara tebliğ edilerek taraflar ön inceleme duruşmasına davet edilir.
Ön inceleme duruşmasında mahkeme, uyuşmazlık konularını tespit eder, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar ve taraflar sulhe davet edilir. Tüm bunların akabinde ön inceleme aşaması tamamlanarak tahkikat aşamasına geçilir.
Tahkikat aşaması dava konusu vakıaların araştırıldığı, delillerin toplandığı ve ortaya konulduğu aşamadır. Bu aşamadan sonra mahkeme, tarafları sözlü yargılama ve hüküm için belirlenecek günde hazır bulunmalarını sağlamak için davet eder. Sözlü yargılama aşamasında ise mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve tahkikata devam edilmesini gerektiren bir durum yoksa, tahkikatın sona erdiğini taraflara bildirerek hükmü verir.
Dava ve cevap dilekçelerinde gösterilen ve tarafların ellerinde bulunan belgelerin dilekçeye eklenerek mahkemeye sunulması gerekmektedir. Dilekçelerde bildirilmekle birlikte henüz sunulmayan deliller var ise; mahkeme ön inceleme duruşmasında taraflara bu delillerini ibraz etmeleri veya başka yerden getirtilecek delilleri var ise bunlar hakkında açıklama yapmaları için iki hafta kesin süre verilir. Bu süre içerisinde de delilin sunulmaması halinde o delilden vazgeçilmiş sayılır.
Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir. Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıaları ve tanıkların adı, soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini mahkemeye bildirir. İkinci bir tanık liste verilmesi mümkün olmadığından, tanık listesi dikkatli hazırlanmalıdır. Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde de adres gösterilmez veya gösterilen yeni adres de doğru olmazsa, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır.
Taraflardan birinin istemesi halinde Mahkeme tarafından bilirkişi incelemesi yapılır; Mahkeme kimse istemese bile kendiliğinden buna karar verilebilir. Bilirkişi incelemesine karar verilmesi halinde masrafı, kural olarak bunu talep eden taraf öder. Bilirkişi incelemesiyle birlikte yerinde görülmesi gereken hususlar olduğunda mahkemece keşfe de karar verilebilir. Keşfe taraflar da katılıp, açıklamalar yapabilir. Bilirkişiler dosyadaki tüm belgeleri dikkate alarak, görevlendirdikleri konularda rapro hazırlarlar. Bilirkişiler, kendilerinden talep edilmeyen bir hususa ilişkin görüş bildirmemelidirler.
Oluşan trafik kazası bakımından hemen tespit edilmediği takdirde kaybolacak nitelikte deliller olması halinde, her iki taraf da dava açılmasını beklemeye gerek olmaksızın, ayrı bir dava niteliğinde bunların tespitini isteyebilir. Bu tespit noter tarafından da yapılabilir; ancak mahkemece yapılması daha iyidir.
Maddi tazminat bakımından, öncelikle mağdur olan kişinin uğradığı zararlar ve miktarları, onun yaşam koşulları çerçevesinde incelenerek, tespit edilir. Bu bakımdan bilirkişiler, yaptırılan tedavi masraflarını, çalışılamayan gündelerdeki olası kazanç miktarlarını vb. zararları kendilerine sunulan belgeler çerçevesinde hesaplarlar.
Mağdurun vefat etmiş olması halinde, vefatına kadar olan süreçteki zararlar dışında, yakınlarının ölenin desteğinden yoksun kalması nedeniyle tazminat talep etmesi gündeme gelebilir. Bu konuda uzman bilirkişiler, daha önceden hazırlanmış bazı istatistiklerden yararlanarak, ölenin yaşını, kazancını, çalışabilme süresini ve talep eden kişilerin ölenden destek görecekleri süreyi dikkate alarak, destekten yoksun kalma tazminatını hesaplarlar.
Trafik kazalarından kaynaklanan tazminat davalarında bilirkişiler tarafından manevi tazminat hesabı yapılamaz. Manevi tazminatın miktarına karar verme yetkisi, hakime aittir; Hakim kendisine verilmiş takdir hakkı çerçevesinde, somut olayda tarafların mağduriyetinin sonuçlarını, çekilen üzüntü ve elemin etkilerini dikkate alarak manevi tazminatın miktarını belirler. Elbette kimse yaşadığı üzüntüyü para ile telafi edemez; ancak Türkiye’de manevi tazminat miktarlarının düşüklüğü, mağdur ailelerin bir kere daha üzülmesine yol açmaktadır.
İhtiyati tedbir, kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca davacı ve davalının hukuki durumunda meydana gelebilecek değişmelere ve zararlara karşı öngörülmüş, geçici nitelikte geniş veya sınırlı olabilen bir geçici hukuki korumadır. İhtiyati tedbirin konusu müddeabihtir (dava konusu şeydir). Dava konusunda meydana gelebilecek değişmeler dava sonucunda davacının haklı çıkmış olmasına rağmen hakkına ve alacağına kavuşamamasına neden olabileceğinden bu tehlikenin geçici olarak bertaraf edilmesi amacını taşır. İhtiyati tedbir bir dava türü değildir. Bu nedenle tarafları ihtiyati tedbir talep eden ve karşı taraftır.
İhtiyati tedbir, mevcut durumda meydana gelebilecek değişme nedeniyle hakkın elde edilmesi önemli ölçüde zorlaşacak, tamamen imkânsız hale gelecek veya gecikme sebebiyle bir sakınca veya ciddi bir zarar doğacaksa talep edilebilir. Hâkim tarafından bu ihtiyati tedbir sebeplerinin var olup olmadığı her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilerek bir karar verilir. İspatı gereken koşulların varlığının yaklaşık ispat yapılabilirse ihtiyati tedbir kararının verilmesi mümkün olur. Bu noktada hâkimin geniş bir takdir yetkisi vardır. Tarafların salt talep etmesi veya ciddi bir delile dayanmayan tehlike iddiası ihtiyati tedbir için yeterli değildir. İhtiyati tedbir kararı verilmesi için karşı tarafın dinlenilmesine gerek yoktur.
İhtiyati tedbir dava açılmadan önce istenebileceği gibi dava açıldıktan sonra da istenebilmektedir. İhtiyati tedbir talebi dava açılmadan önce esas hakkında görevli ve yetkili olan mahkemeden, dava açıldıktan sonra yargılamayı yapan ilk derece mahkemesinden hüküm verilinceye kadar talep edilebilir. İstinaf yoluna başvurulması halinde bölge adliye mahkemesinden de tedbir talep edilebilir.
Mahkeme, tedbire konu mal veya hakkın muhafaza altına alınması yahut bir yediemine verilmesi ya da bir şeyin yapılması veya yapılmaması gibi sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı engelleyecek her türlü tedbire karar verebilir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ na göre, yapılacak yargılama sonunda haksız çıkma ihtimali göz önünde bulundurularak tarafların ve üçüncü kişilerin uğrayacakları muhtemel zararlara karşılık olmak üzere teminat gösterecektir. Tedbir talep eden aynı zamanda adli yardımdan yararlanıyor ise teminat aranmaz. Yine tedbir talebi, resmi belgeye veya başkaca bir kesin delile dayanıyor veya durum ve koşullar gerektiriyorsa mahkeme teminat alınmamasına da karar verebilir.
Asıl davaya ilişkin hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren bir ay içinde tazminat davasının açılmaması üzerine teminat iade edilir.
Davanın kabulü, davacı tarafından ileri sürülen tüm taleplerin mahkeme tarafından haklı ve yerinde görülmesi demektir. Davanın kabulü kararı ilk aşamadaki nihai karardır. Davanın kabulü ile, dava dilekçesinde yer almış olan maddi ve manevi tazminatlar veya kararın ilanı gibi diğer talepler kabul görmüş olur ve kural olarak, bundan sonra icrasına geçilebilir.
Davanın kısmen kabulü davacının talebinin bir kısmının mahkeme tarafından yerinde görülerek kabul edilmesi, diğer kısmının ise yerinde görülmeyerek reddedilmesidir. Kısmi kabul talep edilen maddi tazminat miktarının bir kısmına hükmedilmesi şeklinde olabileceği gibi, maddi tazminatın tamamen kabul edilip manevi tazminatın kabul edilmemesi şeklinde de olabilir. Davanın kısmi olarak reddedilmesi, bazen talebin haklı bulunmaması, bazen de davacının iddialarını ispatlayamaması nedeniyle olabilir.
Davanın reddi ise davacının iddia ve taleplerinin yerinde veya haklı görülmediğinden kabul görmemesidir. Davacının iddialarını ispatlayamaması halinde de davanın reddi gündeme gelebilir.
Tazminat davalarında, Mahkeme asıl olarak tazminatlar bakımından kararını verir. Kabul, kısmen kabul veya red şeklindeki kararlar esasa ilişkindir. Mahkeme bunlara karar verirken, hangi olaylara, belgelere dayandığını, gerekçeleriyle açıklar.
Kararda ayrıca, yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin kimin tarafından karşılanması gerektiği de açıklanır. Kural olarak dava kabul edildiğinde masraflar kaybedene yüklenirken, dava tamamen reddedildiğinde de davacı tarafa yüklenir. Kısmi kabul halinde, her iki taraf da kısmi olarak kazanmış ve kaybetmiş olacağı için, orantılı olarak masraflar ve vekalet ücretleri hesaplanır.
Bunlar dışında mahkeme, hükme karşı başvurulabilecek kanun yolları varsa bunları ve süreleri açıkça belirtilir.
Davanızın kabul edilmiş olması, o anda hükmedilen tazminatın tahsil edilebileceği anlamına gelmez. Borçlu kişi kendi rızasıyla ödeme yapmadığı takdirde, ancak icra yoluyla tahsil mümkün olabilir.
Mahkeme Kararına Karşı İstinaf Yoluna Başvuru konusuyla ilgili 2 uzman videosu bulunmaktadır.
Bu konunun videoları soruların içinde yer almaktadır.
Kural olarak ilk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Miktar veya değeri üç bin Türk Lirasını geçmeyen malvarlığı davalarına ilişkin kararlar kesindir. Ancak manevi tazminat davalarında verilen kararlara karşı, miktar veya değere bakılmaksızın istinaf yoluna başvurulabilir. Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda üç bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması durumunda, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü üç bin Türk Lirasını geçmeyen taraf, istinaf yoluna başvuramaz. İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir.
Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda; incelemenin başka bir dairece yapılması gerektiği, kararın kesin olduğu, başvurunun süresi içinde yapılmadığı, başvuru şartlarının yerine getirilmediği, başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmediği tespit edilen dosyalar hakkında öncelikle gerekli karar verilir. Eksiklik bulunmadığı anlaşılan dosya incelemeye alınır.
Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa, davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması, ileri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması, Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması veyahut mahkemenin bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi dışında kalması, diğer dava şartlarına aykırılık bulunması, Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, merci tayinine karar verilmiş olması, Mahkemece tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması durumlarında bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir.
İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine, yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında, yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir.
Bölge adliye mahkemesi’nin esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar verdiği durumlar haricindeki durumlar inceleme duruşmalı olarak yapılır. Bölge adliye Mahkemesi tarafından verilen yeni hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilir. Temyizdeki gibi bozma ve onama şeklinde değil, istinaf başvurusunun reddine veya ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak davanın kabulüne, kısmen kabul kısmen reddine veya reddine şeklinde karar verilebilir.
İlk derece mahkemelerince verilen kararların kanuna ve usule uygunluğunun bölge adliye mahkemelerince (ikinci derece mahkemeler) denetlendiği kanun yoluna istinaf denir. İstinafa başvuru süresi, özel hükümler saklı kalmak kaydıyla ilamın taraflara tebliğinden itibaren iki haftadır.
İstinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve dilekçe karşı tarafın sayısından bir fazla sayıda hazırlanır. İstinaf dilekçesinde, başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, ad, soyad, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri, kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı, kararın başvurana tebliğ edildiği tarih, kararın özeti, başvuru sebepleri ve gerekçesi, talep sonucu, başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası bulunur.
Dilekçede talep sonucu ve başvuru sebepleri açıkça belirtilmelidir. Zira bölge adliye mahkemeleri istinaf incelemesini istinaf sebepleri ile bağlı olarak yapar. Yalnızca kamu düzeninden olan hususlar re’sen gözetilir.
İstinaf dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir. İstinaf dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse, o mahkemece bölge adliye mahkemesi başvuru defterine kaydolunur ve başvurana ücretsiz bir alındı belgesi verilir. Kararı veren mahkemeden başka bir mahkemeye verilmiş olan istinaf dilekçesi, bu mahkemece yukarıdaki fıkraya göre işlem yapıldıktan sonra kararı veren mahkemeye örnekleriyle birlikte gönderilir. Dilekçenin verilmesi sırasında Harçlar Kanunu’ na uygun olarak gerekli harç ve giderler de yatırılmalıdır.
Bölge adliye mahkemesinde başvurunun asıl incelenmesinden önce ön inceleme yapılır ve eksiklik olmadığı tespit edildiğinde başvuru incelemeye alınır. Bölge adliye mahkemesinin esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar verdiği durumlar haricindeki durumlarda inceleme duruşmalı olarak yapılır.
İstinaf incelemesinde bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz. İlk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği hâlde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan deliller bölge adliye mahkemesince incelenebilir. Ancak ilk derece yargılamasına bilirkişi deliline dayanılmış olması halinde bilirkişi incelemesi yapılabilir.
Temyiz incelemesinde kural olarak bölge adliye mahkemesinde verilen kararların sadece hukuka uygunluk denetimi yapılır, yoksa yeniden inceleme yapılarak karar verilmez. Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz yoluna başvurulabilir.
Bölge adliye mahkemelerinin miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz. Bu kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, kırk bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü kırk bin Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir.
İstinaf yolunun aksine temyiz incelemesinde Yargıtay tarafların ileri sürdüğü temyiz sebepleri ile bağlı değildir. Yargıtay istinaf incelemesini yapan bölge adliye mahkemesinin kararını bozarsa, dosya ilk derece mahkemesine tekrar gider ancak verilen karar bu kez istinaf incelemesine tabi tutulmadan, doğrudan temyiz yoluna başvurulabilir.
Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz yoluna başvurulabilir.
Bölge adliye mahkemelerinin miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz. Bu kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, kırk bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü kırk bin Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir.
Temyiz, dilekçe ile yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısından bir fazla sayıda örnek eklenir.Temyiz dilekçesinde, temyiz eden ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri, bunların varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri, temyiz edilen kararın hangi bölge adliye mahkemesi hukuk dairesinden verilmiş olduğu, tarihi ve sayısı, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine, bozmaya uygun olarak ilk derece mahkemesince verilen yeni kararın veya direnme kararına karşı temyizde direnme kararının, hangi mahkemeye ait olduğu, tarihi ve sayısı, ilamın temyiz edene tebliğ edildiği tarih, kararın özeti, temyiz sebepleri ve gerekçesi, duruşma istenmesi hâlinde bu istek, temyiz edenin veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası bulunur.
Temyiz dilekçesi, kararı veren bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine veya Yargıtay’ın bozması üzerine hüküm veren ilk derece mahkemesine yahut temyiz edenin bulunduğu yer bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine veya ilk derece mahkemesine verilebilir.
Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Fakat tazminat davaları bakımından değeri altmış bin Türk Lirasını aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz veya cevap dilekçesinde duruşma yapılmasını talep etmiş ise bu halde Yargıtay tarafından duruşma tarihi belirlenerek taraflara tebliğ edilir. Tebligat giderleri yatırılmamışsa duruşma talebi dikkate alınmaz. Ayrıca Yargıtay, miktara bağlı olmaksızın bilgi almak üzere de duruşma yapılmasına karar verebilir.
Yargıtay’ın onama kararı sonucunda karar kesinleşeceği için bu karara karşı ancak olağan üstü kanun yolu olan yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulabilir. Yargılamanın yenilenmesi kesinleşmiş kararlara karşı başvurulabilen olağanüstü ve istisnai kanun yoludur. İstinaf kanun yolu yürürlüğe girdiğinden, verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna başvurulması artık mümkün değildir.
Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtay’ca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir.
Bölge adliye mahkemesi, 344üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.
Yargıtay’ın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uyma kararı verildiği takdirde, mahkeme bu kararı ile bağlı olur ve dönme kararı verilmez. Ancak bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Bozma kararına uyan mahkemenin, bozma gerekçesi doğrultusunda yeniden tahkikat yaparak bir karar vermesi gerekir.
İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, bozma kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir. Hukuk Genel Kurulu, direnme kararını doğru bulursa direnme kararını onar, bozma kararını doğru bulursa direnme kararını bozar.
Temyiz yoluna davanın tarafları başvurabilir. Tarafların, kararın temyiz edilmesinde hukuki yararı ve menfaati olmalıdır. Bu şart gerçekleştiği sürece davada haklı çıkmış olan taraf da temyiz yoluna başvurabilir.
Tarafların kararı temyiz etmesi kural olarak kararın icrasını durdurmaz. Bazı hükümler kesinleşmedikçe icra edilemez: gayrimenkule ve buna ilişkin ayni haklara, aile ve şahsın hukukuna dair hükümler gibi. Bu hükümlerin temyiz edilmesi kendiliğinden icrayı durdurur.
Konusu para veya menkul mal olan kararlarda, teminat göstererek Yargıtay’dan icranın geri bırakılması kararı almak suretiyle kararın icrası durdurulabilir. Temyize başvuran, hükmolunan para veya ayni değerin yetkili makama tevdi edildiğini ispatlar, icranın geri bırakılması için Yargıtay’dan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilmesini talep eder. İcranın geri bırakılması kararını icra dairesine sunarak icra işlemlerinin ilerlemesinin önüne geçilebilir.
Hükmün Yargıtay tarafından onanması halinde, alacaklı taraf, onama kararını Yerel Mahkeme’ye sunarak dosyadaki teminatın kendisine ödenmesini isteyebilir. Dosyada teminat mektubu var ise, bu durumda mektubun paraya çevrilmesi talep edilir.
Yargıtay tarafından bozulması halinde ise, teminat olarak hükmolunan parayı dosyaya depo etmiş olan borçlu, teminat gösterdiği paranın kendisine geri verilmesi için mahkemeye başvuracaktır.
Mahkeme tarafından duruşmada kısa kararın verilmesinin akabinde bir aylık süre içerisinde gerekçeli karar yazılır. Bu kararın yazılmasının ardından taraflar gerekçeli kararın taraflara tebliğ edilmesini talep edebilirler. Gerekçeli kararın tebliğiyle beraber lehine karar verilen tarafından kararın icraya konulması mümkündür.
Mahkeme kararı icra müdürlüğünde açılacak ilamlı icra takibiyle icra edilebilir.
Mahkeme kararı sonrasında açılan icra takibe bir ilama dayandığından herhangi bir icra dairesinde açılması mümkündür. İcra takibi başlatılması talebiyle Müdürlüğe başvurularak gerekli harçlar ödenir. Mahkeme kararına uygun olarak daha önceden alacaklı (tazminat davasında davacı) tarafından veya başvuru üzerine icra müdürü tarafından hazırlanan icra emri, mahkeme kararının aslı gibi olduğu tasdikli bir suretiyle beraber davalı/davalılara müdürlük vasıtasıyla tebliğ edilecektir.
İcraya başvurma harcı ilamlı icra takipleri için 2017 yılında 31,40 TL’dir.
Mahkeme kararı aleyhine taraflardan birinin kanun yoluna başvurması kural olarak kararın icrasınu durdurmaz. Ancak aksi öngörüldüğü takdirde mahkeme kararının icrası için kesinleşmesi gerekir. Bir alacağa ilişkin ilamların ise icra edilebilmesi için kesinleşmesi gerekmemektedir. Yani bu ilamlara karşı kanun yoluna başvurulsa dahi bu başvuru kararın icrasını engellemez. Ancak icranın geri bırakılması hali saklıdır.
Davalı (icra takibinde borçlu taraf) taraf icra takibine konu edilen borcu ödeyebileceği gibi karar aleyhine tehir-i icra talepli olarak kanun yoluna başvurmuş olması ve kararı veren mahkemeden alacağı belgeyle bunu ispat etmesi şartıyla kanun yolu mahkemesinden tehiri icra kararı almak için icra müdürlüğünden mehil talep edebilir. Verilen bu mehil içerisinde borçlunun kanun yolu mahkemesinden icranın geri bırakılmasına (tehiri icra) dair karar alarak bunu icra dosyasına sunması gerekmektedir. Bu süre içerisinde icranın geri bırakılması kararı dosyaya sunulduğu takdirde icra takibine konu kararın kanun yolu incelemesi sonuçlanıncaya kadar geri bırakılır. Bu sürede herhangi bir icra takip işlemi yapılamaz. Ancak mehil talep edilinceye kadar yapılan haciz işlemleri geri alınmaz.
İcra takibinde borçlu tarafından kararın tehiri icra talepli temyiz edildiği belirtilerek mehil talep edilmemesi ve akabinde tehiri icra kararının dosyaya sunularak geri bırakılmaması halinde alacaklı taraf icra işlemlerine devam edebilir, borcun tahsili amacıyla haciz işlemleri yapabilir.
İlam yargılama neticesinde, mahkemece verilen hükmün yer aldığı resmi belgeyi ifade etmektedir. Mahkeme tarafından verilen kararın icrası kendiliğinden gerçekleşmeyeceği için ilgili kişilerin ilam ile birlikte icra dairelerine başvurmaları gerekmektedir. Bu şekilde gerçekleşen icra takip türüne ilamlı icra takibi denir.
Haciz; borçlunun alacaklıya olan borcunu ödememesi durumunda alacaklının alacağını resmi makamlar kanalıyla elde etmesidir.
Yargılama neticesinde elde edilen ve kesinleşmeden icraya konulabilen bir kararın temyiz edilmiş olması ilamın icrasını kendiliğinden durdurmaz. Kararı temyiz eden tarafın, ilamın icrasını durdurabilmesi için, icranın geri bırakılması talepli olarak teminat karşılığı Yargıtay’dan karar alması gerekir. Bu karara da icranın geri bırakılması kararı denir.
İlk derece Mahkemelerinde yani asliye hukuk, asliye ticaret mahkemelerinde açılacak tazminat davalarında mahkeme kararı davanın açılması tarihinden itibaren 1 yıl ile 3 yıl arasında verilmektedir. Burada süre davanın tarafları, davanın konusu, talep ve taraflar haricindeki etkenlerle uzayabilir veya daha kısa sürede sonuçlanabilmektedir. Özellikle aynı anda devam eden ceza yargılamasının olması halinde, mahkemeler ceza davasının sonucunu bekletici mesele yapabilmektedirler.
İlk derece mahkemesi kararı akabinde tarafların verilen kararı genel kural olarak bölge adliye mahkemesine istinaf yoluna başvurarak taşıyabilirler. Bölge adliye mahkemesinde inceleme süresi 6 ay ile 1 yıl arasında olacaktır.
Bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını onaması halinde ise eğer temyiz sınırının üzerinde bir dava ise bu halde taraflar verilen kararı Yargıtay ilgili dairesi nezdinde temyiz hakları mevcuttur. Temyiz yoluna başvurulan kararlar bakımından temyiz incelemesi süresi yaklaşık 1 veya 2 yıl gibi bir süre almaktadır.
Hukuk mahkemesi, tazminat davasında, zarar verenin kusurunun olup olmadığı veya yaptığı davranışların sonuçlarını öngörebilmesi anlamına gelen, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında bir karar verir. Bu konuda Kanundaki açık hükümle, hukuk mahkemesi hakiminin ceza mahkemesinin kararıyla bağlı olmadığı belirtilmiştir. Açık ifadesiyle, hukuk hakimi tazminatın hesabında, ceza mahkemesinde verilen (beraat, mahkumiyet hiç farkı olmadan) karar hangi yönde olursa olsun, esasen onunla bağlı olmadan serbestçe kendi takdir hakkına göre karar verebilir.
Ancak Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza mahkemesince verilmiş olan mahkumiyet kararının, o fiilin hukuka aykırılığını tespit etmesi bakımından, hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte olduğu kabul edilmektedir. Bu içtihadın tazminat davaları bakımından, her somut olayda doğru olduğu söylenemez. Hem mahkumiyet kararını hem de beraat kararını, hukuk hakimi için takdiri bir delil niteliğinde kabul edilmelidir.
Bu nedenle kural olarak, ceza davasının sonucunun beklenmesi zorunlu değildir. Ancak uygulama ve yerleşik Yargıtay kararlarında bir haksız fiil sonucunda hem ceza davası hem de hukuk davası açılmış ise bu durumda bu iki davanın birbirini etkilediği ve ceza davasının sonucunun hukuk davası açısından bekletici mesele yapıldığı görülmektedir. Bu uygulama doğru bir uygulama olmayıp; mağdurun tazminata kavuşmasını ötelemekten başka bir sonucu bulunmamaktadır.
Hükmün açıklanması bir mahkumiyet kararıdır. Bu bakımdan Hükmün geriye bırakılmasının hukuk davası üzerinde etkisi mahkumiyet kararı ile aynı şekildedir. Hakimin takdirine bağlı olarak etkiye sahiptir.
Ceza hakiminin kusur değerlendirmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı ceza hukuku ilkeleri çerçevesinde yapılmaktadır. Oysa tazminat davasındaki kusur, bambaşka bir hukuk dalı olan Medeni hukuk ilkelerine dayalı olmalıdır. Bu nedenle ceza mahkemesindeki kusur değerlendirlmesi hukuk hakimini bağlamaz.
Ancak uygulamada, yanlış bir şekilde Hukuk yargılamasındaki bilirkişiler tarafından hazırlanan raporlarda, ceza yargılamasında kabul edilen kusur oranlarına itibar edildiği görülmektedir. Bunlara avukatınız tarafından müdahale edilmesi doğru olacaktır.
Yargılama giderleri, davada haksız çıkan ve bu sebeple aleyhine hüküm verilen tarafa yüklenir. Bu yargılama giderleri hem davayı kazanan tarafça daha önce peşin olarak ödenen hem de dava sonunda ödenmesi gereken harç ve masraflar ile vekalet ücretidir. Davada haksız çıkan birden fazla kişi yer almakta ise yargılama giderleri davadaki ilgilerine göre bunların aralarında paylaştırılır. Ancak mahkeme tarafından bu kişilerin yargılama giderlerinden birlikte müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verilebilir.
Davanın kısmen kabul edilip kısmen reddedilmesi halinde yargılama giderlerini kim, ne şekilde öder?
Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.
Arabuluculuk, taraflar arasındaki hukukî uyuşmazlığı, mahkemeye başvurulmadan önce veya dava açıldıktan sonra, tarafsız, ön yargıdan uzak ve arabuluculuk eğitimi almış bir üçüncü kişi desteği ile çözme yöntemidir.
Arabulucu, sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren; tarafların birbirlerini anlamalarını, kendi çözümlerini kendilerinin üretmelerini ve aralarında iletişim kurulmasını sağlamaya çalışan; tarafsız, mesleğinde en az 5 yıllık tecrübeye sahip, hukuk fakültesi mezunu üçüncü kişidir.
Arabulucu, bu süreçte karar veren kişi değildir. Taraflara herhangi bir çözüm de önermez. Taraflar uyuşmazlığı kendileri uzlaşarak çözer. Arabulucu, taraflar arasındaki asıl uyuşmazlığı ve tarafların menfaatlerini tespit ederek bu konularda tartışmalarını, çözüm bulmalarını sağlamaya çalışır. Burada taraflar, birbirlerini anlamaya çalışarak kendi çözümlerini üretirler.
Arabulucu ile uyuşmazlık çözümü tamamen gönüllülük esasına ve tarafların iradelerine bağlıdır.
Yargısal çözüm daha uzun sürmekteyken arabuluculuk daha kısa sürede tamamlanır. Yargısal çözüm arabuluculuğa göre daha pahalıdır. Dava yolunda alenilik esas iken arabuluculuk güvenilir ve gizlidir. Yargısal çözüm yolu esnek değildir, kesin kurallara bağlıdır. Ancak arabuluculukta tarafların anlaştıkları yöntem ve çözüm tarzı esastır.
Taraflar dava açılmadan önce veya davanın görülmesi sırasında arabulucuya başvurma konusunda anlaşabilirler. Mahkeme de tarafları arabulucuya başvurmak konusunda aydınlatıp, teşvik edebilir. Aksi kararlaştırılmadıkça taraflardan birinin arabulucuya başvurma teklifine otuz gün içinde olumlu cevap verilmez ise bu teklif reddedilmiş sayılır.
Başkaca bir usul kararlaştırmadıkça, taraflar arabulucu veya arabulucuları birlikte seçer.
Taraflar, http://www.adb.adalet.gov.tr/arabulucu/ adresinde bulunan güncel arabulucular listesinde yer alan arabulucular arasından seçim yapabilirler.
Arabuluculuk, mahkeme içi ve mahkeme dışı olmak üzere iki şekilde uygulanabilir.
1.Mahkeme İçi Arabuluculuk:
Uyuşmazlığın mahkemeye götürülmesinden, yani dava açılmasından sonra tarafların arabulucuya başvurması halidir. Böyle bir durumda, açılmış olan dava bekletilir. Taraflar uyuşmazlığı uzlaşarak çözerlerse mahkemenin uyuşmazlık hakkında bir karar vermesine gerek kalmayacaktır. Buna karşılık uzlaşamazlarsa, diledikleri zaman davaya kaldığı yerden devam edebilirler. Ancak, davanın durduğu sırada zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez.
2.Mahkeme Dışı Arabuluculuk:
Dava açılmadan önce tarafların bir arabulucuya gidip uyuşmazlığı çözmek istemeleridir. Bu durumda da taraflar uzlaşırsa zaten dava açılmasına gerek kalmayacaktır. Ancak, taraflar arabuluculuk süreci içinde bir anlaşmaya varamazlarsa, dava açabileceklerdir.
Arabuluculuk hizmetleri ücrete tabiidir. Bu ücret uyuşmazlığın konusuna, görev yapan arabulucu sayısına, dava açılıp açılmamış olmasına ve konusu para olan anlaşmazlıklarda bedele göre değişmektedir. Arabuluculuk sürecinde uygulanan asgari ücret tarifesi ile ilgili bilgiye aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz.
http://www.adb.adalet.gov.tr/Sayfalar/Teskilat/mevzuat/tarife.html
Evet, bağlayıcıdır. Hatta arabuluculuk sürecinin sonunda taraflar bir anlaşmaya varırsa ve taraflardan biri anlaşmaya uymazsa, diğer taraf bu anlaşmayı, asıl uyuşmazlık hakkındaki yetki ve görev kurallarına göre belirlenecek olan hukuk mahkemesine ibraz edip, icra edilebilirliğine ilişkin bir şerh verilmesini talep edebilir ve icra yoluna başvurmak sureti ile anlaşmanın yerine getirilmesini sağlayabilirler.
Arabuluculuk, ancak tarafların serbest iradeleriyle karar verebilecekleri hukukî uyuşmazlıklarda mümkündür. Kamu düzenini ilgilendiren, tarafların sözleşme konusu yapamayacakları konularda, örneğin ceza davalarında, nüfus kaydına ilişkin davalarda veya çocukların velayetine ilişkin davalarda arabuluculuk mümkün değildir.
Bunlar dışında kalan, örneğin alacak davası, ticari uyuşmazlıklar, tazminat davaları gibi cebri icrası mümkün olan konularda arabuluculuğa başvurulabilir.
Hayır, trafik kazalarından kaynaklı davalarda dava açmadan önce arabulucuya başvurma zorunluluğu yoktur. Taraflar, dava açılmadan önce veya açıldıktan sonra arabulucuya başvurmak konusunda tamamen serbesttirler.
Hayır. Taraflar arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda tamamen serbesttirler. Tarafların ortak iradeleri ile başlayan bu süreç, yine ortak iradeleri ile veyahut taraflardan birinin karşı tarafa veya arabulucuya, arabuluculuk faaliyetinden çekildiğini bildirmesi ile sona erer. Yani süreci kendi isteğiniz ile sona erdirip mahkemeye başvurabilirsiniz.
Arabuluculukla ilgili bilgiyi, bazı adliyelerde oluşturulan ‘Arabuluculuk Bilgilendirme Merkezi’nden edinebilirsiniz. Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Uygulamalarının Geliştirilmesi Projesi kapsamında Ankara, Bursa, İstanbul - Çağlayan, İzmir, Kayseri, Mersin Adliyelerinde kurulmuş bu merkezlere başvurarak bilgi alabilir, kendinize bir arabulucu atanması konusunda yardım isteyebilirsiniz.
Merkez personeli, daha ayrıntılı bilgi vermesi için sizi merkezde bulunan ‘danışman arabulucu’ya yönlendirir. Başvurunuz kayda alınır ve arabulucunuzu bu merkezde belirleyebilirsiniz.
Davanın taraflarının aralarında anlaşarak yargılamanın bitmesini sağlaması demektir.
Dava açmak uzun sürebilecek ve belirli masraflara katlanmayı gerektiren bir süreçtir. Sulh size dava sonunda elde edeceğiniz sonucu; bu uzun ve masraflı yolu geçmeden ve karşılıklı fedakarlık ve uzlaşma sonucunda daha çabuk almanızı sağlayan bir araçtır.
Hayır. Sulh olma çabası, sizin haksız olduğunuzu göstermez. Ayrıca sulh görüşmeleri sırasında kabul ettiğiniz konuları mahkeme önüne geldiğinizde de kabul etmiş sayılmazsınız.
Sulh olurken dikkat edilmesi gereken husus, olası bir davada elde edilecek sonuçlar hakkında yetkin bir avukattan bilgi almak ve bu sonuçtan vereceğimiz tavizi dikkate alarak, bir sonuca varmak olmalıdır.
Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre 2000 yılında bir hukuk davasının karara bağlanması ortalama 209 gün almıştır. Bu süre çoğu olayda daha fazla olmaktadır. Özellikle iş yükünün yoğun olduğu illerimizde davaların oldukça uzadığına şahit olmaktayız.
Davanın türüne göre değişiklik göstermekle birlikte dava açmanın masraflı bir iş olabileceğini belirtmek gerekir. Dava konusunun değerine göre ödediğiniz harçlar, davada yapılan giderler ve özellikle davayı kaybetmeniz halinde karşı tarafa ödenecek vekalet ücreti düşünüldüğünde, dava açmak masraflı olabilir.
Kaldı ki, davayı kazansak dahi, sonrasında kazandığımız tazminatı tahsil edip edemeyeceğimiz de ayrı bir sorundur. Karşı tarafın malvarlığının iyi olmadığı bir ihtimalde, sadece davayı kazanmışlığımızla kalma ihtimalimiz söz konusu olabilir.
Sulh olduğumuz takdirde, özellikle dava sırasında yapıldığı takdirde, aslında mahkeme önünde bir anlaşma yapmış oluyoruz; bu anlaşma da mahkemenin kararı içinde yer alıyor. Bu şekilde sulh sözleşmesinde kararlaştırılanlar yerine getirilmediğinde mahkeme kararı gibi icraya konulabilir.
Evet, Avukatlık Kanunu 35/A maddesi avukatlara bu yetkiyi tanımıştır. Avukatınız aracılığı ile sulh olduğunuzda hiç mahkemeye gitmeden ve dolayısıyla hiçbir harç-dava masrafı ödemeden dava konusu uyuşmazlığı ilam niteliğinde bir belge ile (mahkeme kararı gibi icraya konulabilecek bir belge ile) sonuçlandırabilirsiniz.
Öncelikle Dünya çapında yapılan istatistikler tarafların anlaşarak davayı bitirmeleri halinde üstlerine düşen yükümlülükleri yerine getirme ihtimallerinin dava sürecine göre çok daha yüksek olduğunu göstermektedir.
İkinci olarak, dava açmadan sulh olduğunuzda yargılama masraflarından kurtulacaksınız.
Dava sırasında yapıldığında da, aşamalara bağlı olarak yine daha az masraf yapma ihtimaliniz olur.
Hayır. Sulh ancak tarafların serbest iradeleriyle karar verebilecekleri konularda mümkündür. Tarafların sözleşme konusu yapamayacakları konularda örneğin ceza davalarında, nüfus kaydına ilişkin davalarda veya çocukların velayetine ilişkin davalarda sulh mümkün değildir.
Ancak konumuz olan tazminat davalarında sulh olunması mümkündür.
Mirasçılık belgesi (eski ifadesiyle veraset ilamı), ölen kişinin mirasçılarını gösteren belgedir. Kişi mirasçılık belgesi ile mirasçılık sıfatını ispat ettiği gibi, ölenin terekesinde, yani mirasçıya intikal etmiş olan malvarlığına ilişkin işlemlerde bulunabilir.
Eskiden sadece mahkemeden alınabilen mirasçılık belgesi, noterlere verilen yetki ile artık noterlerden de rahatça alınabilmektedir. Noterden mirasçılık belgesi alınması için mirasçının kimlik belgesi ve mirasbırakanın kimlik numarası yeterlidir. Noterde yapılan diğer işlemler gibi, kısa bir inceleme sonucunda belge verilir.
Bunun dışında, işlenmemiş yabancı evlilik, çocuk, evlilik dışı çocuk vb. özellikle mirasçıların tespitinde sorun varsa, o zaman mirasbırakanın ya da mirasçının yerleşim yerindeki sulh mahkemesine dilekçe ile başvurularak da mirasçılık belgesi alınabilir. Mahkemeden alınması biraz daha uzun sürer.
Bir mirasçının belge almış olması, diğerinin almasına engel değildir. Ayrıca mirasçılık belgesinin yanlış düzenlenmiş olması, bunun düzeltilemeyeceği anlamına da gelmez. Her zaman yeniden mirasçıların tespitinin yapılması istenebilir.
Trafik kazasında ölen kişinin ölene kadar yaptığı tedavi gibi masraflar, yoksun kaldığı kazanç, defin masraları vb. Mirasbırakana ait olan tazminat talebi için mirasçılık belgesi zorunludur.
Ancak ölen kişinin sağlığında bakmakta olduğu nişanlısı, yeğeni, vb. kişiler destekten yoksun kalma tazminatı talepli dava açmak istediklerinde mirasçılık belgesine ihtiyaç yoktur. Çünkü, bu davanın açılması için mirasçı olmaya gerek yoktur. Bu davada sadece ölen kişinin davacıya destek verdiği, davacının yaşamını bu şekilde devam ettirdiği ispatlanır.
Ölüm aylığı, sigortalıların ölümü halinde geride kalan yakınlarına, hayatlarını devam ettirebilmek ve uğradıkları gelir kaybını telafi edebilmek için ödenen aylık sigorta bedelidir. Dul ve yetim aylığı da denmektedir.
Ölüm aylığı bağlanabilmesi için hak sahiplerinin, örneği Kurumca hazırlanan tahsis talep dilekçesi ile Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü’ ne ya da sosyal güvenlik merkezine başvurması şarttır. Hizmet akdine tabi (4/a lı) ve kendi nam ve hesabına (4/b li) çalışmış sigortalıların hak sahipleri için tahsis talep dilekçesine; 18 yaşını doldurmayanlar hariç, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim görmesi halinde 25 yaşını doldurmayan erkek çocukların ilgili öğretim kurumundan alacakları öğrenci belgesi, 15 yaşından küçük çocuklar hariç olmak üzere bir adet fotoğraf, malul çocuklar için sağlık kurulu raporu, vasi ilamı (Hak sahiplerine vasi tayin edilmesi durumunda) eklenir. Ayrıca e-devlet kapısı üzerinden de başvuru yapılabilmektedir.
Sigortalıların hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanabilmesi için; en az 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş veya, 4/1-(a) sigortalıları için, her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması şartıyla ölüm aylığı bağlanır. Ayrıca; malullük, vazife malullüğü veya yaşlılık aylığı almakta iken veya malullük, vazife malullüğü veya yaşlılık aylığı bağlanmasına hak kazanmış olup henüz işlemleri tamamlanmamış, bağlanmış bulunan malullük, vazife malullüğü veya yaşlılık aylığı, sigortalı olarak çalışmaya başlamaları sebebiyle kesilmiş durumda iken ölen sigortalıların hak sahiplerine yazılı istekte bulunmaları halinde ölüm aylığı bağlanır.
Ölüm aylığı bağlanabilmesi için sadece 4/1-(a) sigortalıları için öngörülen her türlü borçlanma süreleri hariç en az 5 yıldan beri sigortalı bulunup, toplam 900 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması şartında; gerek ölen sigortalı tarafından, gerekse hak sahipleri tarafından yapılan tüm borçlanmalar bu şartların oluşmasında dikkate alınmayacaktır.
Ancak, 1/10/2008 tarihinden önce ölen sigortalıların 900 gün hesabında borçlanılan tüm süreler dikkate alınacaktır.
Ayrıca, kendi nam ve hesabına (4/b li) çalışan sigortalıların hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanabilmesi için ölen sigortalıların genel sağlık sigortası primi dâhil, prim ve prime ilişkin her türlü borçlarının ödenmiş olması şarttır.
Ölen sigortalının; eşi yeniden evlendiği takdirde, ölen sigortalının çocuklarının Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (e) bentleri hariç Kanun kapsamında veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaya başlamaları, kendi sigortalılıkları nedeniyle taraflarına gelir veya aylık bağlanması, evli olmayan kız çocuğu evlendiği takdirde, herhangi bir eğitim kurumunda öğrenim görmeyen erkek çocuğu 18 yaşını doldurduğu, ortaöğrenim gören erkek çocuğu 20 yaşını doldurduğu, yükseköğrenim gören erkek çocuğu 25 yaşını doldurduğu takdirde, anne ve/veya babasına, diğer çocuklarından hak kazandıkları gelir/aylıklar dışında, gelir/aylık bağlandığı takdirde, anne ve/veya babası asgari ücretin net tutarından fazla gelir elde ettiği takdirde bağlanmış bulunan ölüm aylıkları kesilir. Kesilme, sebeplerin ortaya çıktığı tarihten başlayarak gelecek olan bir sonraki ödeme dönemi başından itibaren gerçekleşir.
Kesilme sebeplerinin ortadan kalkması halinde, aylığın bağlanması ve dağıtılmasına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, hak sahiplerinin müracaatı ile başvuruyu takip eden ayda ödemelere başlanır.
Ölen sigortalıların hak sahiplerine ölüm aylığı bağlanamaması durumunda, (ölen sigortalıya ilişkin koşulların gerçekleşmemesi) ölüm tarihi esas alınmak kaydıyla Kanuna göre hesaplanan ölüm toptan ödeme tutarı, sigortalının eşine, çocuklarına, ana ve babasına yine Kanunun dağıtım esaslarını düzenleyen hükümlerinde belirtilen hisseler oranında paylaştırılır.
Ölüm toptan ödemesi yapılabilmesi için, hak sahiplerinin tahsis talep ve beyan taahhüt belgesi ile bağlı olduğu il müdürlüğüne başvurması gerekmektedir.
Tahsis talep dilekçesine; 18 yaşını doldurmayanlar hariç, ortaöğrenim görmesi halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim görmesi halinde 25 yaşını doldurmayan erkek çocukların ilgili öğretim kurumundan alacakları öğrenci belgesi, malul çocuklar için sağlık kurulu raporu eklenmelidir.
Kısa vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortası primleri toptan ödeme yoluyla ödenmez. Sigortalının, varsa hizmet borçlanmaları ile isteğe bağlı sigorta primleri de ölüm ve yaşlılık toptan ödemelerine dahil edilir.
Kanuna göre toptan ödeme yapılarak tasfiye edilmiş sürelerle borçlanılarak veya yurt dışı hizmetleri birleştirilerek ya da sonradan hizmet tespiti nedeniyle hak kazanılan sürelerin eklenmesi suretiyle ölüm sigortasından yararlanmak için gerekli olan prim gün sayısının tamamlanması halinde, hak sahiplerinin yazılı isteği üzerine aldıkları toptan ödemenin ödeme tarihi ile yazılı istek tarihi arasında geçen yıllar için her yılın gerçekleşen güncelleme katsayısı ile güncellenerek bulunan tutarın tebliğ tarihini takip eden ayın sonuna kadar ödenmesi halinde, bu hizmetler ihya edilir.
Veraset ilamı nedir?
Veraset ilamı, ölüm halinde ölenin yasal mirasçılarının kim veya kimler olduğunu gösteren resmi nitelikle bir belgedir. Aynı zamanda veraset ilamının içerisinde mirasçıların hangi oranda hak sahibi olduğu da gösterilir.
Veraset ilamı nasıl alınır?
Veraset ilamı, noter kanalıyla veya sulh hukuk mahkemelerine başvurmak suretiyle çıkartılabilir. Ölenin mirasçısı olduğunu düşünen kişiler, bir dilekçe ile sulh hukuk mahkemelerine başvurarak, yargılama neticesinde verilen karar doğrultusunda veraset ilamı alabilirler.
İkinci bir yol olarak ölüm belgesi ve güncel nüfus kayıt örnekleri ile başvurarak noter kanalıyla da veraset ilamı alınması mümkündür. Ancak nüfus kayıtları yeterli olmadığı için yargılama yapılması gerekiyorsa veya talep eden yabancı ise noter tarafından veraset ilamı verilemeyecektir.
Vasi Nedir?
Vasi, vesayet altındaki küçüğün veya kısıtlının kişiliği ve malvarlığı ile ilgili bütün menfaatlerini korumak ve hukukî işlemlerde onu temsil etmekle yükümlü olan kişidir.
Akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı bulunan, alkol, uyuşturucu gibi zararlı maddelerin kullanımdan kaynaklanan kötü yaşam tarzına sahip olan, hapis ve benzeri kısıtlayıcı cezalara mahkum edilmiş olan, yaşlı, sakat ya da ağır hasta, ebeveynleri olmayan veya ebeveynlerini kaybetmiş çocuklar için vasi tayini yapılır.
Vasi İşlemleri Nasıl Yapılır?
Vasi tayini, vesayet altına alınmak istenen kişinin bulunduğu yer veya nüfusa kayıtlı olduğu yer sulh hukuk mahkemesine başvurularak istenebilir. Mahkeme, bu görevi yapabilecek yetenekte olan bir ergini vasi olarak atar.
Haklı sebepler engel olmadıkça, vesayet makamı, vesayet altına alınacak kişinin öncelikle eşini veya yakın hısımlarından birini, vasilik koşullarına sahip olmaları kaydıyla bu göreve atar. Belirttiğimiz gibi eğer haklı sebepler engel değilse, vasiliğe, vesayet altına alınacak kişinin ya da ana veya babasının gösterdiği kimse atanır. Bu atamada yerleşim yerlerinin yakınlığı ve kişisel ilişkiler göz önünde tutulur.
Atama kararı vasiye hemen tebliğ olunur. Kısıtlamaya ve vasi atanmasına veya kısıtlanan velâyet altında bırakılmışsa buna ilişkin karar, kısıtlının yerleşim yerinde ve nüfusa kayıtlı olduğu yerde ilân olunur.
Vasi tayini ile beraber vasi, kısıtlı kişinin mallarının kaydı tutulmalı, değerleri eşyaları güvenli bir yerde saklanmalı, paraları değer kaybı ihtimaline karşılık faiz getirmesi amacıyla bir banka hesabına yatırılmalı, güvenli olmadığı düşünülen yatırımları güvenli hale getirilmeli, ticari ve sınai işletmeler işletilmelidir.
Ancak kısıtlı kişinin mallarının satılma zorunluluğu doğarsa, bu durumda vasi, ancak Sulh Hukuk Mahkemesi kısıtlı kişinin menfaati doğrultusunda mallarının satışına karar vermesi halinde malları satabilir.
Vasi mahkeme kararı olsa dahi kısıtlı adına önemli bağışlarda bulunamaz, kefil olamaz ve vakıf kuramaz. Bu işlemler hem kısıtlı hem vasi için hiçbir şekilde yapılamayan yasak işlemler arasında yer alır.
Trafik kazası nedeniyle uğranılan zararlar nedeniyle sigorta şirketlerinde veya kurumlar nezrinde doğan maddi haklarınız nedeniyle bazı kişiler sizlere ulaşıp, ücret karşılığında alacağınızı tahsil etmek isteyebilir. Bu kişiler süreci takip etmek için sizlerden geniş yetkiler içeren vekalet almak isteyeceklerdir.
Sürecin uzun ve karışık olması, dava masraflarından kaçınmak için bu teklif ilk bakışta cazip gelse de bu kişilerin sizin adınıza hareket etmeleri için vereceğiniz vekalette bulunan ahzu kabz (para çekme yetkisi) feragat (vazgeçme yetkisi) ibra gibi önemli yetkilerin bilinçsizce veya kötü niyetli olarak kullanılması halinde aleyhinize telafisi güç sonuçlar çıkarabileceği unutulmamalıdır.
Önemli olan bir diğer husus da sigorta şirketleri veya kurumlar tarafından yapılan ödemenin gerçek zararını yansıtıp yansıtmadığıdır. Şayet yapılan ödeme gerçek zararını karşılamıyorsa, eksik ödeme halinde gerçek zararınızın tazmini için tekrar mahkemelere başvurmanız gerekecek ve kaçınılan masraflar ile tekrar karşı karşıya kalınacaktır.
Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde kötü ve zor bir sonuç ile karşılaşmamak için bu kişiler yerine sigorta şirketlerinde veya kurumlarda kendiniz temsil ettirmek sürecin takibi ve denetimi için bir avukattan yardım almanız daha yararınıza olacaktır.